ihya.org

ilahi davet

Minarelerin Sesi

Minarelerin sesi asırlardır milletimizin sesi olagelmiştir. Biz, o seslerin çağlayanlar gibi üzerimize döküldüğü bir dünyada doğup büyüdük. O altın seslerle güne başladık, onlarla gün boyu yaşadık, onlarla oturup kalktık ve hâlâ onlarla oturup kalkıyoruz. Aslında o sesler, günde beş defa bize, kim olduğumuzu ve nasıl bir konumda bulunduğumuzu hatırlatır; biz de onlarla derlenir-toparlanır ve varoluş gayemize, gerçek insanî ufka yöneliriz.

Bu semâvî çağrı bizim dünyamızda, gökten indiği andan itibaren hep kendi orijiniyle gürleyip durdu, asla susmadı ve onca münasebetsiz hırıltıya rağmen ona icabet de hiç mi hiç kesilmedi. Her şeyin künde künde üstüne devrildiği dar bir zaman diliminde, bir kısım alafranga düşüncelerin tesiriyle onda da muvakkaten bir alaturkalaşma oldu ise de, o hemen bütün zaman ve mekânlarda kendine has örgüsü ve şîvesiyle hep devam etti ve gelip bugünlere ulaştı. Bundan sonra da -inşaallah- "ebed müddet" böyle sürüp gidecektir.

Ezanlar Okunurken…

Lâubali hareketlerine devam ediyorlar. Dünya kelamı konuşmayı sürdürüyorlar. Yahya Kemal bir yazısında “Ezansız semtler”den bahsediyor; Frenk semtlerini birer birer sıralıyor, buralarda doğan ve kulakları ezan sesinden mahrum kalan gençlere acıyor. Onların bu ilâhi davetten mahrum halde yaşamalarına üzülüyor, ve şunları söylüyor:

“Ah büyük cedlerimiz, onlar da Galata ve Beyoğlu gibi Frenk semtlerine yerleşirlerdi. Fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nûru belirir, beş vakitte ezan işitilir; asmalı minare, gölgeli mescit peydah olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı toprağın o köşesi imana gelirdi.”

Top