Allah ile kulu arasındaki sırrın adı: İhlas

Allah ile kulu arasındaki sırrın adı: İhlas

Türkçemizde doğru ve gerçek sevgi, kalp temizliği ve samimiyet manalarında kullanılan ihlas kavramı(1), aslında yaratan ile yaratılan arasında kurulu olan, her karesinde aşk-ı İlâhî’nin koklandığı o eşsiz ve paha biçilmez köprünün adıdır.

Temeli aşk olan bu köprüyü içerlerinde tesis eden yanık yürekler, bu sırrın kendilerine bahşettiği o duruluk ve enginliğin, teslimiyet ve ubudiyyet bilincinden mütevellit olan o sarsılmaz metanetin, bulundukları her ortamda yegane temsilcisidirler. Özü itibariyle Rahmânî olan bu değerler, bünyesinde bulunduğu kutlu kişilere Rahmânî bir tad katmakla kalmayıp, onlarla diyalog ve irtibat halinde olan kişilere de, Rahmânî bahçelerde derlenmiş, dünya değerleriyle elde edilemeyecek eşsiz güllerin kokularını teneffüs ettirecektir.

İhlas, hayatı bütünüyle “rıza-yı İlâhî”yi merkeze almak suretiyle algılamanın ve ona göre yaşamanın adıdır. “Hayatım ve ölümüm Rahmân’ın elindedir”(2) diyerek insanlığa seslenen güllerin efendisi Efendimizi (s.a.v.) örnek alarak her dem Rahmân’ı gözetmek ve O’na göre şekillenmektir. İhlas bize bizden yakın olan Mutlak Sevgili’ye(3) sevgili olanların ödedikleri, O’na yol bularak vâsıl olmak isteyenlerin de ödemek zorunda oldukları kutlu bir bedeldir. İhlas, tevhidin içerde gerçek manada tesis edildiğinin habercisi olmakla beraber, Rahmân’a giden yolda her müminin elinde mutlak manada bulunması gereken, ibresi sadece ve sadece O’ndan gelip O’na dönecek olduğumuz(4), bizleri ana rahminde dilediği gibi şekillendiren(5), kıyamet gününün sahibine(6), Mutlak Sevgili’ye kilitlenmiş şaşmaz bir pusuladır.

İhlas; canı canan uğruna göz kırpmadan verebilecek olan âşıkların her dem teneffüs ettikleri hava, bu âleme bir sevgili için âh etmeye gelen kara sevdalıların da her dem aşk sofralarında bulundurdukları rızk-ı İlâhîdir. Çöl sıcakları karşısında kuruyarak çatlayan toprakların dudaklarına değen yağmur suları o topraklar için ne ifade ediyorsa, aşk ateşiyle gönülleri kavrulan Rahmân’ın has dostlarına da ihlas pınarından yed-i Rahmân ile sunulacak olan katreler en az o manayı ifade etmektedir. Bu pınardan Rahmân eliyle beslenen gönüller serinledikçe Rahmân’a karşı duydukları vuslat ateşi artacak, bu ateş arttıkça da âşık ile maşuk arasındaki mesafe daralacaktır.

İmam-ı Kuşeyrî ihlas kavramına eserinde değinerek, ihlasın sınırlarını tarif etmeye çalışmaktadır. Ona göre ihlas; “taat ve ibadette sırf Hakk’ı kastetmektir. Bu da taatle –başka herhangi bir şeyle değil-, sadece Allah Teâlâ’ya yaklaşmayı (tekarrub) irâde etmek suretiyle olur. Allah Teâlâ’dan başka bir mahluk için yapmacık bir şey işlemek, halkın meth ü senâsını kazanmak, halk tarafından sevilmeyi arzulamak ve Allah Teâlâ’ya yaklaşma niyeti dışında herhangi bir mana (ve maksat) taşımak ihlasa manidir.”(7) Bu hususta Fudayl b. Iyaz: “Halk için ameli (ve günah olan şeyleri) terketmek riyadır, halk için amel (ve ibadet) ise şirktir. İhlas ise Allah’ın bu iki şeyden seni afiyette kılmasıdır.”(8) Cüneyd-i Bağdadî ise bu hususta şunları ifade etmektedir: “İhlas, Allah Teâlâ ile kul arasında bulunan bir sırdır. Melek bilmez ki (sevabını) yaza, şeytan bilmez ki ifsâd ede, hevâ ve heves bilemez ki saptıra.”(9)

İmam-ı Gazalî İhyâ’sında ihlas bahsini çeşitli açılardan ele alarak derinlemesine işlemeye çalışmıştır. Ona göre ihlas kendisine karışmaması gereken şeylerden âzâde olan işlerin adıdır. “Bilmiş ol ki; kendisine başka bir şeyin karışması düşünülen bir şeye o başka şey karışmamış ise, işte buna “halis” derler. Bu safî ve karışıksız ise de “ihlas” derler.”(10)

Gazalî ihlasa ulaşmanın yolunun âhirete yönelmek, nefsin arzularını kırmak ve dünyadan tama’ı kesmekle olabileceğini ifade etmiştir.(11) Susi’nin ihlas hakkındaki sözlerini yorumlarken ise ihlasın afetlerinden birisi olarak ifade edilen “ucub”a (kendini beğenme) dikkat çekmektedir: “Susi: “İhlas, ihlasını görememektir. Çünkü ihlasında ihlasını görenin, yani bende ihlas var diyen, ihlasında, ihlasa muhtaçtır.” demiştir. Susi’nin bu sözü, ameli bilfiil ucubtan temizlemeğe işarettir. Çünkü ihlasım var deyip ihlasa yönelmek ve ona bakmak ucubtur. Bu da afetlerdendir. Halis, her türlü kederlerden, karışıklardan emin olan kimsedir. (12)

İnsanlığa hidayet kaynağı olarak gönderilen Kur’an içerisinde bulunan pek çok âyet-i kerimede ihlas kavramına değinilmektedir. Bu âyetlerin bazılarında ihlas kavramı peygamberlerin önemli vasıflarından birisi olarak vasfedilmektedir: “(Ey Muhammed), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub’u da an. Biz onları özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlaslı kimseler kıldık.” (Sâd: 38/45-46) “(Rasûlüm!) Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlas sahibi idi ve hem rasûl hem de nebî idi.” (Meryem: 19/51) Bunların yanı sıra Hz. Yusuf da ihlas kavramıyla vasıflandırılmakta (Yusuf: 12/24), ayrıca Hz. Peygamber ve onun şahsında ona tâbî olanlardan ibadetlerini ihlasla yaparak, dini yalnızca Allah’a has kılmaları emredilmektedir: “(Rasûlüm) Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlasla) kulluk et.” (Zümer: 39/2) “De ki: Bana, dini Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu.” (Zümer: 39-11) “De ki: Rabbim, adaleti emretti. Her secde ettiğiniz de yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız O’na has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (A’raf: 7/29)

Cenab-ı Hakk’a ortak koşarak imana yanaşmayan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’i mecnun bir şair olarak niteleyen ehl-i küfür Kur’an’da çeşitli azaplarla tehdit edilmektedir. Bu âyetlerin devamında ise bu azaplardan azade olanların yalnızca ihlas sırrına vâkıf olan muhlis kullar olduğu özellikle vurgulanmaktadır. (Saffât: 37/60) Ayrıca bu seçkin kulların naîm cennetlerinde ağırlanacağı ilgili ayette şöyle ifade edilmektedir: “(Bu azaptan) Ancak Allah’ın halis kulları istisna edilecek. Bunlar için bilinen bir rızık, türlü meyveler vardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı koltuklar üzerinde kurulmuş oldukları halde kendilerine ikram edilir.” (Saffât: 37/40-44) “Uyarılanların âkibetinin ne olduğuna bir bak! Allah’ın ihlaslı kulları müstesna.” (Saffât: 37/73-74)

İbadetlerini ihlas ile yapmayıp, riya bulaştıranların, ona-buna şirin gözükmek adına yola çıkanların, gayeleri sadece ve sadece makam-mevki ve dünyalık olanların niyetlerinden başka ellerine bir şeyin geçmeyeceği alemlere rahmet olarak gönderilen Gül Nebî’nin (s.a.v.) dilinden ilan edilmiştir. Niyetleri halis olan muhlislerin her halükarda kazanacakları, Rahmân katında makbul olup, izzet-i İlâhî’ye nail olacakları da bu noktada âşikardır. Bütün bunların yanında bu seçkin ve kutlu kimselerin şeytanın şerrinden ve iğvalarından da emin olacakları Kur’an-ı Mübîn’de bizzat şeytanın dilinden ilan edilmiştir. Zira şeytan yeryüzünde Rahmân’ın halifesi olarak âleme takdim edilen insanoğlunun üstünlüğünü kabul etmeyerek büyüklenmiş, günahları süslemek vasıtasıyla onlardan ihlaslı kullar müstesna diğer kulların hepsini Rahmân’a karşı isyan ettireceğini deklare etmiştir. Hal böyle iken ihlas; kişinin iman ve tevhidin sırrına nail olmasında vazgeçilmez bir öğe, şeytanın iğva ve aldatmalarına karşı da aşılmaz bir bent ve zırh teşkil etmektedir. Kur’an’da iki yerde geçen ve şeytanın ihlas karşısındaki çaresizliğini yine onun dilinden ifade eden âyetlerden bakınız bu durum nasıl ifade edilmektedir: “(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna.” (Hicr: 15/39-40) “İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım.” (Sâd: 38/82-83)

İnsanların ibadet ve amellerinde riyadan şiddetle kaçınarak, ihlasa yönelmeleri Hz. Peygamber’in hadislerinde sık sık ele alınarak, müminlere tavsiye edilmekte ve ayrıca bu yol üzerinde bulunan tuzaklara da işaret edilmektedir. Amel ve ibadetlerinde ihlas halini yakalamayan kimselerin bir şekilde “riya-şirk” girdabına düşerek müflis duruma düşecekleri zahirdir. Nitekim bir hadiste ibadetlerine riya katarak şirke bulaştıranların, herşeyin yegane ve tek sahibi olan Allah’tan nasiplerinin olamayacağı çok açık bir şekilde ifade edilmektedir: Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor; Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki: Allah u Teâlâ hazretleri diyor ki: “Ben ortakların şirkinden en müstağnî olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım.” (Müsned, Zühd 46, 2985)
Bütün amel ve ibadetlerimizde ihlas üzere olup, şeytanın amân tanımayan desise ve tuzaklarından korunmak, sadece Rahmân’a ibadet edip yardımı yalnızca O’ndan beklemek, O’nun aşkıyla gıdalanıp, bu aşkla O’na vâsıl olmak dileği ve duasıyla…

Dipnotlar:
1. Örnekleriyle Türkçe Sözlük, Ankara 1995, (MEB. Komisyon ), c. II, s. 1350.
2. En’am: 6/162.
3. Kâf: 50/156.
4. Bakara: 2/46, 156; Enbiyâ: 21-93.
5. Âl-i İmrân: 3/6.
6. Fatiha: 1/ 4.
7. Kuşeyrî Risalesi, İstanbul 1991, (III. Bsk.), (trc.: S. Uludağ), s. 353.
8. Kuşeyrî: s. 355.
9. Kuşeyrî: s. 355.
10. Gazalî: İhya u Ulumiddîn, Beyrut 1993, (2. Bsk.), c. V, s. 286.
11. Gazalî: c.V, s.288.
12. Gazalî: c.V, s.289.
Top