İhyaSanat İhya Sanat Köşesi



warning: Creating default object from empty value in /home/icom/domains/ihya.com/public_html/sanat/modules/taxonomy/taxonomy.pages.inc on line 33.

Minare

# Sultan II. Mahmut'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır.

# Cami 1869-1871 yılları arasında inşa edildi.

# Planlarını Sarkis Balyan'ın çizdiği, hazırlanmasına Hagop Balyan'ın katıldığı da bilinmektedir. Mimarı Montani'dir. Çizim işlerinde, desinatör Osep çalışmıştır. Uygulama ve şantiye yönetimi için Bedros Kalfa ve duvarcı Ohannes ile dülger kolbaşısı Dimitri görevlendirilmiştir.

# Camii`nin, neogotik tasarımıyla klasik camilerden oldukça farklı bir mimarisi vardır.

Dünyanın 8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir. Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf edilmişti. Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı. İmparator Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir. Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı.

İstanbul’un siluetini minareler ve kubbeler süsler. Şehrin en büyük ve görkemli camii Süleymaniye Camiidir. Dış ve iç estetiği, fevkalade muntazam, göz okşayıcı proporsiyonları seyredeni büyüler. Süleymaniye Camii bir mimari şaheserdir. 16. yy., Türk Osmanlı İmparatorluğunun her bakımdan gelişmiş ve ilerlemiş olduğu bir devirdir. 36 Osmanlı Sultanı arasında 47 yıl ile en uzun hüküm süreni Kanuni Sultan Süleyman’dır. Bu büyük şöhretli Sultan, kendi adına yaptırtacağı camii Koca Mimar Sinan’a havale etmişti. Mimarlık dünyasının bir dehası olan Mimar Sinan, camii ve etrafını saran büyük kompleksi 1550-1557 yılları arasında tamamlamıştır. Türk sanatının klasik döneminin kurucusu ve geliştireni Mimar Sinan, sanatının üstünlüğünü burada da ispat etmişti. Caminin avlusunun etrafını çevreleyen büyük komplekste okullar, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, hastane ve dükkânlar bulunur.

Minareler İslam dininde ibadet yerleri olan camilerde namaza çağrıyı bildirmek ve sala okumak için inşa edilmiş ana yapıdan yüksek tasarlanan yapılardır.

Camilerde minare ihtiyacı teknolojinin henüz olmadığı İslamiyetin ilk dönemlerinden 20. yy.'ın ilk yarısına kadar, ezanın uzak yerlerden duyulmasına imkan sağlamak için yapılmışlardır.

Eski devirde müezzin, caminin balkonuna yani þerefeye çıkar, istinare denilen şekilde dönerek ezan okurdu, modern çağda artık minareye çıkmadan cami içindeki mikrofondan okumaktadır. Mamafih bazı Nakşibendi tarikatlarında hoparlörle okumak yerine yine eski usul kullanılmaktadır ki, onlar teknolojinin bir kısmını bidat olarak görmektedirler. Camilerde minare zorunlu bir yapı parçası değildir.

Kendi kendime diyorum ki; şişli, Kadıköy, moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?

İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki, bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kuran’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar.

Selçuklu minareleri kalın, güdük, petek kısmı bedene göre kısadır. Genellikle tuğladır ve taçkapının yanlarında ikizdir (Çifte Minare-Sivas). Osmanlılarda ise 6 adede kadar minare vardır.Tek minareler geleneksel olarak caminin sağında yapılır (Sokollu Camii ile Firuz Ağa Camii'nde soldadır). İki minareli camilerde minareler caminin iç avlu köşelerindedir.

Dört minarelilerde iç avlunun köşelerindedir. Altı minareli Sultanahmet Camii'nde ise mihrab duvarına göre üç minare sağda üç minare soldadır. En uzun minare 70.89 m. ile Selimiye Camii minaresidir.

Perşembe günü başlayıp, pazartesi günü biten beş günlük Suriye gezimizin üzerinden bir ay geçmesine rağmen, hâlâ tadı damağımızda kaldı diyebilirim. Dünyanın bir çok tarihî beldesini gezmek gibi bir emelim ve duam vardı. Bu duam fazlasıyla gerçekleşti hamd olsun. Bunun da grubumuzun arasındaki samimi kardeşlik duygularından kaynaklandığına inanıyorum. Unutulmaz güzellikler yaşadık. Hacılarımızın karayoluyla hacca giderken niye buralara uğramadan geçmediklerini çok iyi anladık.

Buram buram din ve tarih ve Osmanlı kokan bu topraklar bir ömür geçse değecek cinsten yerlermiş. Görmek, gezmek ve yaşamak nasip oldu. Okuyucularımıza da hararetle tavsiye edeceğim bu seyahat, hem çok ucuz, hem çok doyurucu geçeceğini şimdiden temin edebilirim. İlk fırsatta hemen Şam’a, Halep’e, Humus’a doğru yola çıkınız. Gecikmeyiniz; insanlık hâli, bir daha belki bir fırsat bulamayabilirsiniz, bizden demesi... Gelelim gezimizden sunacağımız bilgilere:

Doğduğum evin bahçesinde gezindim. Eskiye çok eskilere uzandım. Hatıralar uğuldamaya başladı. İçlerinden bazılarını o kadar net hatırlıyorum ki sanki dün yaşanmış gibi. Eski evimizdeki odamın arka penceresinden seyrine doyamadığım iki manzara vardı.

Biri, namaz vakitlerini bildirmek için ezan okuyan müezzinin, minarenin demir parmaklıklı şerefesinde ağır ağır dönerek ezan okuyuşu ve sonra küçük kapıdan içeri girip kayboluşuydu ki, bana tarifsiz bir heyecan verirdi.

Odamın penceresinde bu manzarayı görmek için saatlerce beklerdim.

İkinci ve en büyük zevkim, annemin pencere kenarındaki çeyiz sandığının üstüne çıkarak külahta leblebi şekeri yemek ve pencereden, geçip giden bulutları seyretmekti.

Kutbul Minar.. Bir başka adı ile Kutbetül İslam. Delhi-Türk Sutlanlığı'nın 900 yıl önce Hindistan'ın başkenti Delhi’ye vurduğu İslam mührü.

Ve yollar devam ediyor... Bu seferki durağımız Hindistan’daki ilk camiinin bulunduğu bölge.. Kutbul Minar.. Bir başka adı ile Kutbetül İslam. Delhi-Türk Sutlanlığı'nın 900 yıl önce Hindistan’ın başkenti Delhi’ye vurduğu İslam mührü... Delhi’ye gelip de Kutbul Minar'ı, yani Kütbettin Minaresini görmemek olur mu?

Geniş yollardan geçip ağaçlar ve çiçekler içinde muhteşem bir minare ve yıkıntıların olduğu yere geliyoruz. İşte ilk cami burada kuruldu. İlk camiden geriye kalan bir minare 1000 yıla yakın ayakta kalabilmeyi başarmış. Kutbül Minar'ı gördükten sonra Delhi demek Kutb Minar demek bizim için.. Çünkü dünyanın en muhteşem, en göz kamaştırıcı eserlerden biri.

XIII. yüzyıl Selçuklu eserlerinden olan Eğri Minare, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın babası Sultan I. Keyhüsrev tarafından 1221-1236 yıllarında yaptırılmıştır. Kırmızı tuğladan yapıldığı için Kızıl Minare, ayrıca ekseninden 27 C eğri oluşundan ötürü de Eğri Minare olarak isimlendirilmiştir. Kaynaklarda minarenin yanındaki caminin sonradan yapıldığı yazılıdır. Osmanlı kaynaklarının birisinde buradan Keyhüsrev Camisi ve Minaresi olarak söz edilmektedir.


Son yorumlar