Sünneti İhya Etmek

Sünneti İhya Etmek

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim benim sünnetimi ihya ederse (yaşatırsa), beni ihya etmiş olur. Kim de beni ihya ederse, cennette benimle birlikte olur.” (1)

Emirü’l- mü’minin İmam Ali (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim benden sonra öldürülen sünnetimi diriltirse, beni sevmiş olur. Kim de beni severse, benimle beraberdir.” (2)

“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” (3) “Mü’minlere pek düşkün, şefkatli ve esirgeyici” (4) olan yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’i her şeyden daha çok sevmek, katıksız iman etmenin gereğidir… O’nu sevmeden, O’na itaat etmeden, yani Sünnetiyle amel etmeden iman gerçekleşmek…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.” (5)

“De ki: “Allah’a ve Rasulüne itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse, şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.” (6)

Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç biriniz, ben kendisine, çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.” (7)

Abdullah ibn Hîşâm (r.a.) anlatıyor:

Biz, Rasulullah (s.a.s.)’in beraberinde bulunuyorduk. Rasulullah, Ömer ibnü’l Hattab’ın elinden tutmuş hâldeydi.

Ömer, O’na:

-Ya Rasûlallah, sen bana muhakkak ki, canımdan başka her şeyden daha sevimlisin! dedi.

Rasulullah da, O’na:

“Hayır (öyle söyleme)! nefsim elinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki, ben sana canından daha sevimli olmadıkça (imanın kemâle ermez).” buyurdu.

Bunun üzerine Ömer de, O’na:

-Şu anda Allah’a yemin ederim ki, sen bana muhakkak canımdan da daha sevimlisin! dedi.

Rasulullah da:

“İşte şimdi oldu ya Ömer (imanın kemâle erdi)!” buyurdu. (8)

İşte imanda kemâlet ölçüsü!..

Rasulullah (s.a.s.)’i canından daha çok sevmek, O’na itaat etmek, yani O’nun Sünnetine uymak ile gerçekleşir… Özellikleri, insanlar tarafından unutulmuş veya unutturulan Sünneti’nin ihyası ve bu konuda çaba gösterip konuyu gündeme getirmek, Rasulullah (s.a.s.)’e olan sevgidendir… Rasulullah (s.a.s.)’e olan sevgi iddiası isbatı, her isbatın da delili olması gerekir… Delilsiz ve isbatsız iddialar, boş ve hayalî isteklerdir…

Âlemlerin Rabbi Allah’ı sevdiğini iddia edenlerin, bu sevgilerinin isbatı, Rasulullah (s.a.s.)’e tabi olmalarıdır… Rasulullah (s.a.s.)’e itaat eden ve bu itaatta devamlı olan, iddiasını deliliyle isbat etmiş olur…

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (9)

Sünnet ile amel edenler, Sünneti ihya etmiş, ve sevmiş olur… Rasulullah (s.a.s.)’i sevdiklerini iddia edenler, böyle davrandıkları takdirde iddialarını delillendirip isbat etmişlerdir…

Ümmetin fesâda uğradığı ve Sünnetlerin terk edildiği bir dönemde, Rasulullah (s.a.s.)’in izini takib ederek, Sünnet üzere olmaya gayret eden bir muvahhid mü’min, Allah yolunda Şehid olmuşun sevabına nâil olur… Bu müjdeyi veren yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Kur’ân’ın hayata uygulanış hâli olan sünnetin önemini vurgulamaktadır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

“Ümmetimin fesadı döneminde Sünnetime sarılan Şehid ecri alır.” (10)

Huzeyfe (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Öyle bir zaman gelecektir ki, O zaman şu üçünden daha değerli bir şey olmayacaktır:

Helâl para,

Kendisiyle can u gönülden arkadaşlık yapılacak kardeş,

Kendisiyle amel edilecek bir sünnet.” (11)

Rasulullah (s.a.s.)’in, kendisinden sonra sarıldığı müddetçe ümmeti kurtaracak iki büyük mirastan birisi Sünnettir… Ümmetin kurtuluşu, Allah’ın kitabı olan Kur’ân ve Onun hayata uygulanışı olan Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnetiyle gerçekleşir… (12) Ümmet, ilk dönemde küfürden, şirkten, zulümden, sömürüden tağuttan ve hurafeden, Kitab ve Sünnet’le kurtulduğu ve dünyada adâlet üzere iktidar sahibi olduğu gibi, kıyamet kadar her çağda ve her yerde Kitab’a ve Sünnet’e sarıldığı müddetçe bu izzetli hayata kavuşarak, üstünlüğünü devam ettirecektir… (13)

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Sünnetini ihya edip diğer insanlara öğretenleri müjdelemekte ve onların mutluluğa eren değerli şahsiyetler olduklarını beyan buyurmaktadır…

Amr b. Avf (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İslâm garib başladı, başladığı gibi garib olacaktır. O gariblere ne mutlu!”

-Garibler kimlerdir, ya Rasûlallah? diye soruldu.

Şöyle buyurdu:

“Sünnet(ler)imi ihya edip Allah’ın kullarına öğretenlerdir!” (14)

İslâm’ın azılı düşmanları, tarih boyunca Kur’ân-ı Kerim’i bozmak ve değiştirmek istediler, fakat başaramadılar, başaramayacaklar… Çünkü Kur’ân’ın koruyucusu, Onu, Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e vahyedip indiren Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’dır…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

“Hiç şübhesiz Zikr’i (Kur’ân’ı) Biz indirdik Biz. Onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” (15)

Allah’ın korumasında olan Kur’ân-ı Kerim’i kim bozabilir? Onu değiştirmeye kimin gücü yeter? Buna imkân var mı?

Kur’ân’ı bozamayacaklarını anlayan İslâm düşmanları ve art niyetli hainler, bozmak karıştırmak ve saptırmak gayesiyle Sünnete yöneldiler… Bu hain emellerine ulaşabilmek için her türlü şeytanî yolu deneyip, ihanet tuzaklarını kurdular… Çok çeşitli bid’at ve hurafeler uydurdular… Hattâ bunlara sünnet süsü verip, saf kişileri aldatabildiler… Böylece Sünneti bozmaya çalıştılar… Bazılarının hedefini sapıttılar, bazılarının üstünü örtüp unutturdular, bazılarını da bozdular…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu art niyetli kişilerin ve İslâm düşmanlarının, kendi Sünnet’inden bozduklarını düzelten mü’min Müslüman şahsiyetleri müjdelemekte, dolayısıyla ümmetini bu vazifeye davet etmektedir…

Amr b. Avf (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Benden sonra insanların Sünnetimden (yolumdan ve şeriatımdan) bozmuş olduklarını düzeltmeye çalışan gariblere müjdeler olsun!” (16)

Egemen zalim tağutlar tarafından işgal edilmiş İslâm topraklarında küfür ve şirk hakim, İslâm ve Müslümanlar mahkum edilmiş bir devirde, İslâm’ın bütün değerleri hayattan uzaklaştırıldığı bir zamanda ya da İslâmî değerlerin içi boşaltıldığı sadece isminin kalıp özünün yok edildiği bir anda, ortaya çıkıp, bu değerleri yeniden ihya etmeye gayret etmek, Allah yolunda cihad etmekten başka bir şey değildir!..

Muvahhid mü’minin her şeyi Allah içindir. Bütün ibadetleri, hayatı ve ölümü Allah için olan mü’min Müslüman şahsiyet, (17) malını ve canını cennet karşılığında Rabbi Allah’a satmış, (18) bundan dolayı her ne yaparsa Allah rızası için yapan ve gayesi Allah olan bir kişiliğe sahibdir… Sevdiğini Allah için sever, sevmediğini Allah için sevmez dostluğu Allah için, düşmanlığı Allah içindir…

Sünnet üzere yaşamanın gereği budur… Rasulullah (s.a.s.) böyle idi ve böyle buyurmuştur…

Ebu Umâme (r.a.)’dan,

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim (sevdiğini) Allah (rızası) için sever, (buğz ettiğine) Allah (rızası) için buğzederse, (verdiğini) Allah (rızası) için verir, (vermediğini de) Allah (rızası) için vermezse, imanı (nı) kemâle erdirmiş olur.” (19)

Amr b. Cemuh (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kul, Allah için sevip Allah için nefret etmedikçe, samimî olarak imanı kazanmış olmaz. Allah için sever ve Allah için nefret ederse, Allah Teâlâ tarafından bir velâyeti hak eder.” (20)

Berâ b. Âzib (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İmanı en sağlam şekilde ortaya koyan husus, hiç şübhesiz Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir!” (21)

Mücahid (rh.a.)’dan

İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiş:

-Allah için sev, Allah için buğzet! Allah yolunda düşmanlık et, Allah yolunda dostluk et!

Çünkü sen, Allah’ın dostluğuna ancak bununla ulaşabilirsin. Bir adamın namazı ve orucu çok olsa bile, bu şekilde olmadıkça imanın lezzetini alamaz. Hâlbuki bu gün insanların kardeşliği dünya işlerindedir ve bu kardeşlik, kıyamet günü onun sahibine hiçbir mükâfat sağlamayacaktır!.. (22)

Katıksız imanın göstergesi Allah için olmak!.. Allah’ın emrettiği ve Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği gibi davranmak!.. Sevgide ve nefrette, olması gerektiği gibi olabilmek!..

Bu ölçüyü koruyabilen mü’min Müslüman vasat ümmetin bir ferdi olmayı hak etmiştir… Allah’ın dostuna dost, Allah’ın düşmanına düşman olan muvahhid mü’min kişi, Allah’ın velî kulu olmuş, (23) Allah’ı kendisine velî edinmiştir… (24) Arzulanan bu velâyet makamını kazanmak, yani Allah’ın sevdiği bir dostu olabilmek için de, önder ve örnek kıldığı Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e tabi olup itaat etmek gerekir… Bu da, Sünnet üzere yaşamak demektir…

Bütün bu bilgilerden sonra, yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’i en iyi tanıyan hanımı ve mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’nın Rasulullah (s.a.s.)’ın değişmez karakterini anlatmasına iyice kulak verip dinleyelim!..

Ümmü’l- mü’minin Aişe (r.anha) şöyle anlatıyor Rasulullah (s.a.s.)’i:

-Rasulullah (s.a.s.), -dünya işlerinden- iki şey arasında muhayyer kaldığında muhakkak onlardan –günah olmadığı müddetçe- en kolay olanını alırdı. Eğer günah gerektirecek olursa o kolay şeyden insanların en uzak bulunanı Rasulullah olurdu.

Rasulullah, kendisi için kin tutup öç almamıştır. Ancak Allah’ın hürmetine saygısızlık edilmesi hâli müstesnadır. İşte bu hâlde yapılan hürmetsizlik sebebiyle Allah için (öfkelenir) intikam alırdı! (25)

İşte “Âlemlere rahmet olarak gönderilen” en son Nebî ve en son Rasul!.. İşte Rasulullah (s.a.s.) yüce ahlâkı ve biricik örnek tavrı!..

İki mübah, iki helâl, iki temiz şey arasında muhayyer bırakılınca, en kolayını tercih eder, günah olan şeylerden uzaklaştıkça uzaklaşır ve asla yaklaşmazdı… Her zaman şerr ve haram olanlardan kaçar, kaçınır, şerrin ehveni, kötünün iyisi diye bir şey tanımazdı… Şerr, şerdir, kötü kötüdür… Şerrin ehveni ve kötünün iyisi diye bir şey yoktur… Hayır, vardır, iyi vardır ve iyilik vardır… Katıksız imanın gereği, şerri ve kötülüğün her türlüsünü reddedip hayır ve iyi olana sarılmaktır… “Zaruret hâli ve ikrâh-ı Mülcî” olmadan hayır ve iyilik asla terk edilmez, şerr ve kötülük tercih olunmaz!.. Zaruret hâli ve ikrâh-ı Mülcî’nin ne demek olduğu, ne zaman gündeme gelir oluşu, Kur’ân’da ve Sünnet’te beyan olunmuştur… Bunun dışındaki görüşlerin bütünü hakdan sapmaktır…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), kendi şahsına yapılanları affediyor, fakat Allah’ın hükümlerine karşı yapılan saygısızlığı veya hükümlerin çiğnenmesi, Allah’ın koyduğu sınırın aşılması hâlinde asla affetmesi söz konusu olmuyor… Bu konudaki cezayı uyguluyor ve cezanın uygulanmaması için araya girenlerin şefaatini asla kabul etmiyor, hattâ kendilerine öfkeleniyor…

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Ben, Rasulullah (s.a.s.)’in maiyetinde yürüyordum. Rasulullah’ın üzerinde Necran dokumalarından kalın kenarlı bir kaftan bulunuyordu. Bir çöl bedevîsi, Rasulullah’a ulaştı da arkasından kaftanını, şiddetli bir çekişle çekti.

O sırada ben, Rasulullah’ın boynu ile omuzu arasına baktım da, bedevînin kaftanını şiddetli çekmesinden kaftanın kenarı, O’nun boyun safhasında iz bırakmış olduğunu gördüm.

Bu çekmeden sonra bedevî:

-Ya Muhammed, yanında bulunan Allah malından bana bir şey vermelerini emret, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah, O bedevîye doğru (şefkatle) baktı da güldü, sonra bu bedevîye biraz atiye verilmesini emretti!.. (26)

Rasulullah (s.a.s.)’in, kendi nefsi için öfkelenmediği ve intikam almadığına dair bir çok olaylardan yalnızca bir örnektir bu!..

Âlemlerin Rabbi Allah’ın hükümlerine karşı saygısızlık ve hükümleri tanınamazlık haram sınırlarını çiğnemek durumuna gelince!..

Bu konuda iki örnek verelim…

1) Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına karşılık, Allan’dan, tekrarı önleyen kesin bir ceza olmak üzere ellerini kesin. Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (27)

Ümmü’l- mü’minin Aişe (r.anha) anlatıyor:

Kureyş’i, mahzûm oğulları’ndan olup da hırsızlık etmiş bulunan kadının durumu hüzünlendirmişti. Birisi:

-Bu kadın hakkında, Rasulullah ile kim konuşur? dedi.

Diğer birtakımları:

-Bu kadına şefaat sözünü, Rasulullah’ın sevgilisi olan Usâme ibn Zeyd’den başka hiçbir kimse söylemeye cesaret edemez, dediler.

Nihayet Usâme, Rasulullah’la bu hususta konuştu. (Rasulullah’ın yüzünün rengi değişti.) Bunun üzerine Rasulullah, Usâme’ye:

“Sen, fenâlıkları men’için Allah’ın tayin ettiği cezalardan bir cezanın affı hakkında şefaat mi etmek istiyorsun.” buyurdu.

Sonra kalkıp bir hutbe irâd etti. Sonra şöyle buyurdu:

“Sizden evvel gelip geçen ümmetleri, ancak şu hâlleri helâk etmiştir: Onlar, içlerinde şerefli bir kişi hırsızlık ettiği zaman onu cezalandırmazlardı, fakat aralarında zayıf olan kimseler çaldığı zaman o zayıflara ceza verirlerdi.

Allah’a yemin ederim ki, şayet Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık etse, hiç tereddüd etmeden muhakkak O’nun elini de keserdim.” (28)

Sonra Rasulullah, O kadınla ilgili emri verdi ve kadının eli kesildi. Bundan sonra o kadının tövbesi güzel oldu ve evlendi.

Aişe:

-O kadın bundan sonra bana gelirdi de ben de, onun hacetini Rasulullah’a yükseltirdim, demiştir. (29)

2) Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

Allah’a ve Rasulüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazsa kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyada ki aşağılanmalarıdır, ahrette onlar için büyük bir azab vardır.”(30)

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

UKI kabilesinden sekiz kişilik bir topluluk Medine’ye, peygamber’in huzuruna geldiler. Tutuldukları karın rahatsızlığından dolayı Medine’de ikamet etmek istemediler de:

-Ya Rasûlallah, bize süt ara, dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ben size, (Müslümanların hazinesine aid) sütlü (zekât) develerin bulunduğu yere gitmenizden başka çâre bulamıyorum.” buyurdu.

Onlar, oraya gittiler. Develerin idrarından ve sütlerinden içtiler. Sonunda sağlık kazandılar ve semizlendiler. Bu kere de develerin çobanını öldürdüler. Develeri önlerine katıp götürdüler ve İslâm’a girmelerinin ardından kâfir oldular. Akabinde imdâd isteyicinin feryâdı Rasulullah’a geldi.

Rasulullah, arkalarından arayıcılar yolladı. Gün yükselince O adamlar, yakalanıp getirildiler. Rasulullah, (kısas olarak) bu canîlerin ellerini ve ayaklarını kestirdi. Sonra demir çubuklar getirilmesini emretti. Bu demir çubuklar ateşte kızdırıldı. Bu kızgın demirlerle onların gözlerine sürme çektirdi ve onları Hare mevkiine attı. Onlar, orada su istiyorlardı, fakat ölünceye kadar onlara su verilmedi.

Hadisin ravîsi Ebu Kılâbe:

-Bunlar, insan öldürdüler, hırsızlık yaptılar, Allah’a ve Rasulüne harb açtılar ve yeryüzünde fesâd çıkarmaya çalıştılar.(31)

Enes (r.a.) şöyle demiş:

-Rasulullah (s.a.s.), onların gözlerini oydu. Çünkü onlar, çobanların gözlerini oymuşlardı. (32)

Bu iki olaydan net olarak anlaşıldığı üzere Rasulullah (s.a.s.), Allah’ın hükümlerini uygulama konusunda çok sert bir tavır sergilemiş ve asla taviz vermemiştir… Çünkü uygulanması emredilenler, Allah’ın hükümleridir ve Allah’ın hükümlerinin uygulanmasında hiçbir taviz verilmemeli ve acıma duygusu, haddleri uygulamayı engellememelidir!..

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah Teâlâ:

“Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah’ın dini (ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın. Onlara uygulanan cezaya mü’minlerden bir grup da şahid bulunsun.” (33)

İşte Âlemlerin Rabbi Allah’ın hükümleri ve işte O hükümleri uygulayan önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti!..

Yasaklanan hükümler ve yasaklanan Sünnetler!..

İşgal edilmiş İslâm topraklarında egemen olan tağutî güçler tarafından Allah’ın hükümleri ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti yasaklanmış onların yerine ilâhlaştırdıkları hevâlarından kaynaklanan hükümler yer almıştır… Egemen tağutlar, egemen oldukları yerlerde, Allah’ın hükümlerini devre dışı bırakmış, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ni ortadan kaldırmışlardır…

Rabbimiz Allah:

“Hüküm yalnızca Allah’ındır buyurmaktadır.” (34) yani egemenlik ve yasama hakkı yalnız ve yalnız Allah’a aiddir, kullarına ancak onların Rabbi olarak Allah, emreder, hükümler kor, helâl ve haram sınırlarını çizer…

İşgal edilen İslâm topraklarında egemen olan müstekbir tağutlar, Allah’ın hükümlerini geçersiz kılıp, kendi hükümleriyle hükmederek egemenliklerini sürdürmektedirler… İşin en acaib tarafı da, bu küfür, şirk ve zulümlerini işlerken, yönettikleri “biz de müslümanız” diyen kitlelerden yetki ve destek alıyor, onlar adını bunu işliyorlar… Bu aldatılmış kitleler de, Allah rızası için onlara yardımcı oluyorlar(!) Onlar, Allah’ın hükümlerini geçersiz kılarken ve Allah’ın sınırlarını çiğnerken, “biz de müslümanız” diyenlerden destek alarak bunu yapıyorlar…

Rasulullah’ın Sünneti nerede bunlar nerede?!..

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):

“Kim benim Sünnetimden yüz çevirirse, O, benden değildir.” (35)

_______________________________________-

1) Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İlm, B.16, Hds. 2818

Taberânî, Mucemu’s-Sağir Tercümesi ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, ist. 1987, C. 2, sh. 279-281, Hds. 587

İmam Suyutî, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, vdğ. İst 1996, C.3, sh. 320, Hds. 3536 (8346) Sicaî’den

2) İmam er-Rûdânî, Cemu’l- Fevaid- Büyük Hadis Külliyatı, çev. Naim Erdoğan, ist. 2003, C.1, sh. 45, Hds. 140 Rezîn’den.

3) Bkz. Enbiya, 21/107

4) Bkz. Tevbe, 9/128

5) Nisa, 4/80

6) Al-i İmrân, 3/32

7) Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 16, Hds. 70

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.7, Hds.7-8

Sünen-i Neseî, Ktabu’l-İman, B.19, Hds. 4980-4985

Sünen-i ibn Mace, Mukaddime, B.9, Hds.67

8) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Eyman ve’n-Nuzûr, B.3, Hds. 11

Kadî İyaz, Şifa-i Şerif, çev. Suat Cebeci, Ank. 1992, sh. 309-310

İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, çev. Dr. Bekir Karlığa- Dr. Bedrettin Çetiner, ist, C.7, sh. 3440 İmam Ahmed b. Hanbel’den.

9) Âl-i İmrân, 3/31

10) İmam er-Rûdânî, Cemu’l-Fevaid, C.1, sh.45, Hds. 143

Taberânî, Mu’cemu’l- Evsat’tan.

İmam Hafız el-Munzîrî, Hadislerle İslâm-Terğib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyükçınar, vdğ. İst. T.Y. C.1, sh. 95, Hds. 5 Beyhakî’den

İmam Suyutî, A.g.e. C.3, sh. 400, Hds. 3778 (9171)

11) İmam er-Rûdânî, Cemu’l- Fevaid, C.1, sh. 45, Hds. 144

Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat’tan.

12) Bkz. İmam Malik, Muvatta; Kitabu’l-Kader, Hds.3

13) Bkz. Nur, 24/55

14) Beyhakî, Kitabü’z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, ist. 2000, sh. 69-70, Hds. 62

15) Hicr, 15/9

16) Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l- İman, B.13, Hds.2765

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C. 1, sh. 175-178, Hds. 99/141-142

17) Bkz. En’âm, 6/ 162

18) Bkz. Tevbe, 9/111

19) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s- Sünnet, B.15, Hds. 4681

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B. 22, Hds. 2642

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, sh. 440, C. 5, sh. 247

20) İbn Receb el-Hanbelî, Hadislerle ilim ve Hikmet

-Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem, çev. Ali Kaya, ist. 2006, C.1, sh. 129, Hds. 102 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.3, sh. 430’dan.

21) İbn Receb el-Hanbelî, A.g.e. C.1, sh.129. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, sh.286’dan.

22) Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabü’z-Zühd, Çev. M. Adil Teymur, 1992, sh. 89, Hds. 353

23) Bkz. Yunus, 10/62-64

24) Bkz. Bakara, 2/257

25) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Menâkıb, B. 23, Hbr. 67

Kitabu’l- Edeb, B. 80, Hbr. 151

Kitabu’l-Hudud, B.11, Hbr. 15

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedail, B. 20, Hbr. 77-79

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l- Edeb, B. 5, Hbr. 4785

İmam Malik, Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, Hbr. 2

Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir, C. 2, sh. 464, Hbr. 758

İmam Buhârî, Edebü’l Müfred, B. 135, Hbr. 274

İmam Tirmizî, Şemâil-i Şerif, çev. Muhammed Raif Efendi, Konya, T.Y. sh.140, Hbr. 303/7

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.6, sh.114, 223, 262

26) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.68, Hbr.114

Kitabu’l-Libas, B.18, Hbr.27

Kitabu’l-Humus, B.19, Hbr.56

Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B.44, Hbr. 128

Ebu’ş-Şeyh el-Isbehânî, Kitabu Ahlâk en-Nebî ve Adabuhû-Hz. Peygamber’in Edeb ve Ahlâkı, çev. Naim Erdoğan, ist.1995, sh.40

27) Mâide, 5/38

28) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiya, B. 56, Hds. 142

Kitabu’l-Hudud, B. 12, Hds. 16

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Hudud, B. 2, Hds. 8-11

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Hudud, B. 6, Hds. 1454

Sünen-i ibn Mace, Kitabu’l-Hudud, B. 6, Hds. 2547-2548

Sünen-i Neseî, Kitabu Katu’s-Sarik, B.6, Hds.4864-4873

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Hudud, B. 4, Hds. 4373

Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Hudud, B. 5, Hds. 2307

29)Sahih-i Buhârî, Kitabu’l- Mâğâzî, B. 55, Hds. 310

Kitabu’ş-şehadet, B. 8, Hbr. 13

Sünen-i Neseî, Kitabu Katu’s-Sarik, B. 6, Hbr. 4873

30) Mâide, 5/33

31) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.151, Hds. 222

Kitabu’l-Muharribin, B.3, Hbr.4

Kitabu’l-Mağâzî, B.38, Hbr. 214

Kitabu’l-Tefsir, B.104, Hds. 32

Kitabu’z-Zekât, B. 69, Hbr. 101

Kıtabu’t- Tıbb, B.5, Hds.8–9

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Kasame, B. 2, Hds. 9–13

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Hudud, B, 3, Hbr. 4364–4370

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’t Tahare, B.55, Hds.72

Kitabu’l Et’ime, B.37, Hds. 1906

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B.7, Hds. 4011-4014. B. 8 Hds. 4015-4020

Sünen-i ibn Mace, Kitabu’l-Hudud, B. 20, Hds. 2578-2579

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, sh.186

32) Sahih-i Müslim, Kitabu’l- Kaseme, B. 2, Hbr. 14

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’t-Tahare, B. 55, Hbr. 73

33) Nur, 24/2

34) Yusuf, 12/40, 67 En’âm, 6/57,62

35) Sahih-i Buhârî, Kitabu’n-Nikâh, B.1, Hds.1

Sahih-i Müslim, Kitabu’n-Nikâh, B.1, Hds.5

Sünen-i Neseî, Kitabu’n- Nikâh, B.4, Hds. 3203

Sünen-i ibn Mace, Kitabu’n-Nikâh, B.1, Hds. 1846

Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, sh. 241,259
Top