Minareler
Minareler İslam dininde ibadet yerleri olan camilerde namaza çağrıyı bildirmek ve sala okumak için inşa edilmiş ana yapıdan yüksek tasarlanan yapılardır.
Camilerde minare ihtiyacı teknolojinin henüz olmadığı İslamiyetin ilk dönemlerinden 20. yy.'ın ilk yarısına kadar, ezanın uzak yerlerden duyulmasına imkan sağlamak için yapılmışlardır.
Eski devirde müezzin, caminin balkonuna yani þerefeye çıkar, istinare denilen şekilde dönerek ezan okurdu, modern çağda artık minareye çıkmadan cami içindeki mikrofondan okumaktadır. Mamafih bazı Nakşibendi tarikatlarında hoparlörle okumak yerine yine eski usul kullanılmaktadır ki, onlar teknolojinin bir kısmını bidat olarak görmektedirler. Camilerde minare zorunlu bir yapı parçası değildir.
Mimar Sinan’ın ölümü ile Osmanlı mimarisinde “Klasik Dönem” diye adlandırılan çağ kapanmış, ama bu büyük ustanın etkileri uzun süre devam etmiştir. Bu etki, özellikle cami planlarında çok güçlü ve kalıcı olmuştur. Mimar Sinan’ın şehzade Camii’nde geliştirdiği dört yarım kubbeli sistem, birçok yapıda yinelenmiştir. Bunlar arasında en önemli olanı Sultan Ahmet Camii’dir. I. Sultan Ahmed’in mimar Sedefkar Mehmed Ağa’ya yaptırdığı bu külliye, Sinan’ı izleyen, onun ekolünü sürdüren yapılar arasında en tanınmış örnektir denilebilir.
Külliyenin merkezini oluşturan cami, dört yarım kubbeli plan şemasının başarılı uygulamalarından biridir. Yapının öteki camilerden ayrılan yönü ise avlunun dört köşesinde ve caminin iki yanında birer olmak üzere altı minareye sahip oluşudur. Caminin avlusu da ortasındaki şadırvanı ve çepeçevre revaklarıyla klasik dönemdekilere benzer. Ancak ayrıntılarda bazı farklar vardır.
17. yüzyılın ilk yıllarına ait olan bu yapıda dikey hatların ön plana geçmeye başladıkları görülür. Süslemede klasik motifler ele alınmış, ancak kompozisyon anlayışında bazı küçük farklar belirmiştir.
Sabancı Merkez Camisi, Adana şehrinin merkezinde, Seyhan nehri kıyısında yer alan, Türkiye’nin en büyük camisidir. 1998 yılında hizmete açılmıştır. 32 metre çaplı ana kubbesi ile Türkiye’nin en büyük kubbeye sahip camisidir. Caminin proje mimarı Necip Dinç’tir. Ortadoğu'nun en büyük 4. camisi olarak da kabul edilir. 20.000 kişilik cami (açık alanın düzenlenmesiyle 28,000 kişi), son cemaat mahaliyle birlikte 6600metrekareye yayılmıştır; 9 fil ayağı üzerine oturur.
Klasik Osmanlı mimarisi tarzında yapılmıştır. Genel görünüm olarak Sultan Ahmet Camisi’ne, plan ve iç mekan olarak Selimiye Camisi’ne benzer. Bu nedenle Sabancı Merkez Camisi için “Selimiye’nin eşi, Sultan Ahmet’in kardeşi, Kocatepe’nin çağdaşı.” denmektedir.
Kendi kendime diyorum ki; şişli, Kadıköy, moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?
İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki, bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kuran’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar.
Selçuklu minareleri kalın, güdük, petek kısmı bedene göre kısadır. Genellikle tuğladır ve taçkapının yanlarında ikizdir (Çifte Minare-Sivas). Osmanlılarda ise 6 adede kadar minare vardır.Tek minareler geleneksel olarak caminin sağında yapılır (Sokollu Camii ile Firuz Ağa Camii'nde soldadır). İki minareli camilerde minareler caminin iç avlu köşelerindedir.
Dört minarelilerde iç avlunun köşelerindedir. Altı minareli Sultanahmet Camii'nde ise mihrab duvarına göre üç minare sağda üç minare soldadır. En uzun minare 70.89 m. ile Selimiye Camii minaresidir.
Süleymaniye Camiinin inşası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmişti O gün gelince İstanbul'un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etmişti Herkes hayranlıkla bu Türk mucizesini seyrediyordu Fakat bunlar arasında bulunan bir çocuk, "Aaa şu minareye bakın nasıl eğri!" diye bağırıyordu Herkes de bakıyordu ama bir eğrilik görmüyordu. Çocuğun minarelerden biri için eğri dediği Mimar Sinan'a kadar ulaştı Koca mimar hemen çocuğun yanına geldi ve ona, "Yavrum hangi minare eğri göster bana" dedi Çocuk da "İşte şu" diye minarelerden birini gösterdi.
İslamiyette ilk minare Mısır'n başkenti Fustat/Yeni Kahire'deki Amr İbn Al As camisinde inşa edilmiştir. Minare ana parçaya Emevi Meliki I. Muaviye zamanında vali Meslem bin Muhalled tarafından 678 yılında eklenmiştir.
Arap, İran, Hint, Türk, Mısır minare şekilleri farklıdır. Minare sanatının büyük ustası Mimar Sinan bu yapı öğesine geometrik ve zarif şeklini vermiştir. İnce çubuk ve kabartma süslü minarenin benzersiz örneği Şehzade Camii minareleridir. Selimiye Camii'nde uyguladığı teknikte minarenin üç şerefesine ayrı merdivenlerden çıkılmakta ve her merdivenden çıkan diğerini görmemektedir.
Darende’ye yolunuz düşerse camilerinden ayrı kalmış, melül mahzun bekleyen ‘yalnız’ minareler çeker dikkatinizi. Bir de hikâyesi vardır bu minarelerin. Gerçek midir, rivayet midir bilinmez, ama sevenleri ayırmanın, gönül yıkmanın, düşmanlığın akıbetini pek güzel anlatır bu hikâye. Tarihi İpekyolu üzerinde bulunan Darende, tarih boyunca pek çok medeniyete hizmet etmiş, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Sadrazam Sinan Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmış. Tohma Kanyonu, Günpınar Şelalesi gibi tabii güzellikleri barındıran Darende’ye yolunuz düşerse geniş birer bahçenin içinde, camilerinden ayrı düşmüş melül mahzun bekleyen minareler çekecektir dikkatinizi.
Minarelerin sesi asırlardır milletimizin sesi olagelmiştir. Biz, o seslerin çağlayanlar gibi üzerimize döküldüğü bir dünyada doğup büyüdük. O altın seslerle güne başladık, onlarla gün boyu yaşadık, onlarla oturup kalktık ve hâlâ onlarla oturup kalkıyoruz. Aslında o sesler, günde beş defa bize, kim olduğumuzu ve nasıl bir konumda bulunduğumuzu hatırlatır; biz de onlarla derlenir-toparlanır ve varoluş gayemize, gerçek insanî ufka yöneliriz.
Bu semâvî çağrı bizim dünyamızda, gökten indiği andan itibaren hep kendi orijiniyle gürleyip durdu, asla susmadı ve onca münasebetsiz hırıltıya rağmen ona icabet de hiç mi hiç kesilmedi. Her şeyin künde künde üstüne devrildiği dar bir zaman diliminde, bir kısım alafranga düşüncelerin tesiriyle onda da muvakkaten bir alaturkalaşma oldu ise de, o hemen bütün zaman ve mekânlarda kendine has örgüsü ve şîvesiyle hep devam etti ve gelip bugünlere ulaştı. Bundan sonra da -inşaallah- "ebed müddet" böyle sürüp gidecektir.
Eski bir kitapta okumuştum: Hayatında cami nedir bilmeyen bir adam, gittiği bir köyde ilk defa minare görüyor. Aval aval bakmaya başlıyor. Biraz sonra müezzin yukarı çıkıp, şerefeyi dolaşarak ezan okuyor. Tabii ki, ezanı bitirdikten sonra minarenin küçük kapısından içeri giriyor. Büyük bir şaşkınlıkla manzarayı seyreden ahmak, yanındaki arkadaşına, “Gördün mü ağaç adamı nasıl yuttu?” diye soruyor. Bir kısım medyanın, “Ayasofya’nın minaresinde ezan sesleri.” diye manşet atmasını ben şahsen minareyi ağaç zanneden adamın cehaletiyle eş değer buluyorum. Bunlar bilmiyorlar mı ki, Ayasofya’nın minarelerinde ezan, yaklaşık beş yüz yıldan beri okunuyor.
Mâbedin müzeye çevrilmesiyle birlikte ara verilen ezana, 1991 yılının mart ayında tekrar başlanıyor ve şerefeler, ezanla bir kere daha şerefleniyor. Bu gerçeği bilmeyen bazı gazeteciler, sanki ilk defa uygulamaya konuluyormuş gibi, “Ayasofya müzesi yavaş yavaş ibadete açılıyor. Bir minareden ezan okunuyor.” diyerek zihinleri bulandırmaya çalışıyorlar. Minare zaten ezan okumak içindir, şarkı türkü söylemek için değildir.
Son yorumlar
14 yıl 31 hafta önce
14 yıl 31 hafta önce
14 yıl 31 hafta önce
14 yıl 31 hafta önce
14 yıl 31 hafta önce
14 yıl 32 hafta önce
14 yıl 33 hafta önce
14 yıl 34 hafta önce
14 yıl 34 hafta önce
14 yıl 34 hafta önce